Atölyemdeyim, yine de kalbimin bir kısmı hâlâ kırlarda…

Şiirlerim

En çok gözlerini özledim, yanlızlığımda.

Kısık bakan bir cam göz olunca deniz,

Vedalaştım vapurlarıyla,

Bütün bağırtılarını ardım sıra bıraktım.

Ama unutmadım, unutamadım

Yıllarca hüzün süzdü bulutlarım…

 

Şimdi yağmurun yağmasını bekliyorum,

Belki yarıda bıraktığım romanımı tamamlarım.

Hızla sararan kara sevdamı

Dökerim şiirlerime.

Son bir nokta koyarım belki…

Bir ak güvercine dönüşürsem eğer,

Rüzgarlara yaslarım bedenimi,

Açılırım uçsuz bucaksız bahara.

Tutsaklığından kurtulurum kim bilir?

Bu son yolculuğumda…

Bugün 18 Aralık,
Kendimi cezalandırışımın
Bilmem kaçıncı yıldönümü.
Uzanmış yatıyorum,
Ayak ucumda bir ulu kartal
Dikmiş gözlerini seyrediyor
Korkuyorum…

Sımsıkı kapadım gözlerimi,
Unutmaya çabalıyorum…
Ardımda bir toz bulutu,
Önümde sararan yapraklar.
Geriye ne kaldı,
Çoktan yitirildi umutlar.

Tüm bedenimi kucaklamış
Bir kara şeytan.
Bıçak sırtındayım, düşüyorum.
Ahh, ben ne yaptığımı bilmiyorum..

18 Aralık 2014

Ofistemiyim, yarı açık cezaevinde mi?

Oniki metrekarelik hücremin duvarları sarıya çalan beyaz 

Ne bir resim asılı ne de bir takvim

Ve tüm eski deliklerini kapattım.

 

Bir yanda çalışma masam,

Üstünde yeni teknoloji bir bilgisayar

Hemen ötesinde idare eder bir dolap

Yarısı camlı, diğer yarıda paltom asılı.

 

Bütün gün yazmaya çabalıyorum

Birbirine eklediğim uçlar ile kalemim melez

Ne, güzel bir şiir geliyor aklıma

Ne de eski bir hatıra, yeni bir hikaye için.

 

Farkına geç vardım geçen otuz yılın  

Öyle de olamadın yanımda, böyle de

Ama ben öyle de sevdim seni, böyle de.

Devam ediyorum hırslarımı törpülemeye.

 

Ey hayat, çocuk aklım bedenimle savaşta

Ey aşk, şaşkın ruhum rüzgarla flörtte.

Geceler bildiğini okuyor.

Topluyorum senden kalan umutları

Birer birer, kör karanlıkta.

 

Sanki birlikte yaşlanıyoruz;

Boş resim çerçevesinde zamanın…

Bırak kalsın masada ekmek,

Ayna puslu, pencere camı kirli.

Yoruldun artık.

Toprak bile, gök bile

Bir yerde yorulur.

 

Bırak kalsın meyve ağaçta,

Süpürge duvarda, sabun kovada,

Anne gel, yanıma otur.

Arzular başka şey,

Hatıralar başka.

Güneşi görmeyen şehirde,

Söyle, ne gerek var yaşamaya?

Kızım benim, kolum, ayağım,

Emeğim, bağlılığım, gözyaşım.

Yüce dağlar kadar yüksekte başın,

Engin denizler kadar derin yüreğin.

 

Kızım benim, yoldaşım, dert ortağım,

Kazancım, umudum, sevincim,

Canımdan öte sevdiğim,

Birtanem, gözümün pınarı.

Sen yoksun,

Ankara ayaz.

Yüzüme vuran soğuğu

Daha fazla hissetmem yokluğundan.     

 

Sen yoksun,

Sabahın çiği kapanmış üstüme,

İliklerime kadar üşümüşüm ne yazar!

İçimi ılıtan bir yudumluk tebessümün

Hala bende saklı.

Ah bir bilsen!

Bilsen de koşup gelsen;

Gecenin dağılan saçlarını

Tarasak birlikte…

Vazgeçtim bugün senden!

Ne masumiyetin,

Ne de o utangaç ifaden yüzündeki…

Bıraktım birer birer, peşin sıra.

Senden bana kalan,

Elimdeki üç beş dokunuşun hissi.

Hepsi bu kadar!

Bana bir şeyler fısılda!

İçinde rüzgar, gökyüzü falan olsun.

Bir şiir söyle

Ya da bizi anlatan bir masal…

Çok da uzun olmasın.

Sonra,

Ellerimi tut usulca.

Yarından,

Sonsuza...

Gecenin ayazı düşmüştü üstüme.

Aşka ve sonsuzluğa açtı dünyam.

Biliyordum sendin;

rüzgardaki bu ses,

topraktaki bu koku

ve

içimde yanan kor ateş.

 

Bir fırtına koptuğunda

Avuçlarına dolacağım.

Bekle beni...

Usul usul akıyorsun

Ruhumun derinliklerinden.

Adımlarını izliyorum

Sessiz koridorlarda.

Düşlerim nerede kaldı?

Sekli’de (*) firardayım.

Yanmış, yıkılmış, terkedilmiş

Kentlere benzetiyorum kendimi;

Yalnızım.

İnce kum taneleri gibiyim;

Avuçlarından dökülüyorum.

 

(*) Sekli, Ankara-Beypazarı ilçesinin 19 km. kuzeyinde bir dağ köyü.

Duymadığım şarkı,

Görmediğim renk,

Hayalini kurduğum güzelliksin.

 

Ruhumun ince yarası,

Dökülen yaprağım,

Sonbahar acısı,

Sarı sayfalarımsın.

 

Adını hecelerken

Dudaklarımı kavuruyor

Gecenin ayazı.

 

Bırak avuçlarında öleyim!

Ya da boşver, öylece kalsın...

Bugün yine sensiz ve sessizim.

Ne gülmek geçiyor aklımdan bu günde,

Ne ağlamak geçmişime…

 

Kör topal halime takıldım yine!

Bir türkü tutturasım var;

Arabın yalellisi misali,

Gün boyu devam etmeli…

Haddinden fazla kalbimin kapısını açmışım,

Üzüntü duyuyorum.

Ayrıca

Kabul ediyorum;
Benim matematiğim eskiden de zayıftı,
Hesaplama yapamıyorum!

Ne zaman seni düşünsem;

Bir kırlangıcın sesini duyuyorum,

Bir taş sekiyor suyun üstünde,

Bir kara lale açıyor

Ve sen kokuyor rüzgar...

 

Ne zaman seni düşünsem;

Gökyüzü, yeryüzü karışıyor,

Bildiğim tüm dilleri unutuyorum.

Nasıl söylenirdi aşk, meşk;

Sen, ben mesela?

Ve tersine dönüyor dünya...

 

Ne zaman seni düşünsem;

Kanatlanıyor bedenim,

Her gün yeni bir plan yapıyorum.

Keşke cemre olsaydım diyorum;

Her bahar yeniden düşerdim üstüne...

 

Ne zaman seni düşünsem;

Hele bir de karanlık çökmüşse üstüme,

Yanıp sönen yıldızları seyre dalıyorum.

İçlerinden birine dikiyorum gözlerimi,

Bir kaysan diyorum.

Kaysan ve ruhuma dolsan...

 

Ne zaman seni düşünsem;

Şu uçan kelebeğin

Kanat çırpış sesi geliyor kulağıma.

Nasıl bir sevda, gözüm kör olmuş;

Yok olup gitmekteyim ardında...

Yağmurda bir gün,

Yüzünü gökyüzüne uzat.
Sonra yavaşça kapa gözlerini.
Bırak, düşsün yüzüne damlalar,
Dokunamadığım yanaklarını okşasın,
Öpemediğim dudaklarından kaysın,

Usul usul aksın.

Gün ağardığında bir gün,

Yaprak bile kıpırdamadığında,

Issızlığına al beni…

 

Kalbinin her bir vuruşunu duyarak

Ruhumu teslim edeceğim sana

ve sonra,

Göğsünde kaybolup gideceğim.

Bir sen söyle,

Bir ben anlatayım

Düşlerimi.

 

Yanıp sönen yıldızları,

Yağmur damlacığını,

Toz zerreciğini…

 

Gece ay zamanı,

Yaprak kıpırdamıyor gülüm.

 

Evvel zamanda kaldı.

Rüzgar sana yazdığım dizeleri anlattı mı?

Binbir ağıt döktüğüm,

Dalgaları söndü denizimin

ve

gün ağardı.

 

Şimdi suskunum,

Bildiğim tüm dilleri unuttum.

Ağıt da yakamıyorum üstelik!

 

Çiçeklerim,

Kuşlarım

ve rüzgarlarım

yok oldu ardında.

 

Ne denizimin dalgasını,

Ne dağılmış düşlerimi,

Ne de içimdeki fırtınayı anlatamadım.

 

Yetim kalmış dizelerde,

Hüzün süzüyor bulutlar.

 

Son rüzgar esti.

 

Söz düştü,

Tükendi zaman.

Ey aşk;

Beni affet!

Karımı İstanbul'a yolcu ettim bugün.

İstiklal'e çık,

Beyoğlu'nun ara sokaklarında dolaş,

Galata Kulesi'ne sırtını daya

İstanbul'u seyreyle, dedim.

Olur, dedi.

 

Hey gidi gençlik günlerim!

Ben olsam öyle yapardım…

 

İstanbul, candan bir arkadaş,

Şefkatli bir dost,

İki çöp şiş midye ve

Bir büyük bardak bira…

Acıkınca balık-ekmek,

Boğaz'da, sevgiliyle sarmaş dolaş…

Hilton'da akşam beş çayı,

Kendisini manken sanan kızlar,

Rol kapmaya çalışan artist takımı…

Sisli bir sabah,

Vapurların bağırtısı…

İçinde varsılı, yoksulu

İstanbul bu,

Hayatımın göbeği.

Bir ben eksik içinde,

Bir de sen.

 

Hey gidi gençlik günlerim!

Ben olsam öyle yapardım…

Bir sarı parlak ışık

Süzülüyor odandan.

Koridorda bir sağa bakıyor,

Sonra bir sola.

 

Kimse farketmiyor seni.

Ben biliyorum

İçerdesin, soluk nefesini duyuyorum.

 

Yüksek ökçeli ayakkabılarının

Önce ökçe sesi çınlıyor kulaklarımda,

Sonra tempolu atarken adımlarını,

Şimdi sağa döndü diyorum.

 

Sonra ellerin ıslak,

Yine koridordasın,

Tek bir damla düşüyor yere;

Çığlığını duyuyorum.

Senden kopmak istemiyor;

Benim gibi.

Caddedesin yine,

Bir elinde mendilinle.

Gidiyorsun,

Gidiyorsun ama nereye?

 

(1980 yılı hatırasına)

Bugün cuma.

“Cuma sendromu” yaşıyorum.

Seviyesiz ilişkiler,

Ona buna sırıtmalar ve

Melankolik takılmaların son günü.

Eşek, semerinin ağırlığının farkında.

Üstelik bu cuma

Daha derinden hislerim.

Dün, 18 Aralık'tı.

Duvarları sarıya çalan bir “cafe” deyim,

Koridor boyu sıralanmış açık pencereleri

Boğaz manzaralı.

 

Çelimsiz bacakları üstünde,

Ortasından kırık mermerli,

Buz mavisi bir sehpa var önümde.

 

Yarısı dolu bir fincan İtalyan kahve ile

“Blues” müziğin ritminde içim kıpır kıpır.

 

Üçüncü haftadır tıraş olmuyorum

Kirli sakallarım sahipsiz

Özgürlüğümün tadını çıkartıyorum.

Bir koca fincan kahve hazırladım bu sabah

Karantina günlerinde İstanbul’da.

Karşı camda bir yalnız ihtiyar

Kader yoldaşı oluyor her perdeyi araladığımda.

 

Üsküdar’ın,

Arnavut kaldırımlı ,

Uzun ince ve birazdan başı bulutlara değecek

Kirişci Sokağı’nın,

30 yıllık  köhne bir binasındayım.

 

Balkonlarında çamaşırlar asılı,

Muhafazakar perdeler çekili camlarında.

Penceremden biraz eğilince,

Arada sıkışmış çocuk parkının ardıç ağacını görebiliyorum.

Üzerinde kargalar

Lodosun sert esintisinden tüyleri kabarıyor.

 

İki martının berbat haykırışını duyuyorum,

Çöplük kenarında kedi yuvalarına dadanmışlar.

 

“Ankara” aklıma düşmüyor artık,

Galiba bu havayı çok özlemişim.

Yarı bilinçli, yarı bilinçsiz

Yasladım taş duvarına bedenimi Galata’da

Yüzümü sürdüm, gençliğimin kokusunu ararcasına.

 

Akıl tutulması yaşıyorum

Tepeden tırnağa korkusuzum,

Tahtalara vuruyorum nazara karşı.

 

Bu en güzel duygusu yalnızlığımın.

 

Biraz kiracısı olacağım buraların.

İstesem de duramam, yerim yurdum uzaklarda.

İçimden, istediğim kadar devrimciyim

Görüntümde bazen biraz muhafazakar

Sıkışınca diplomasi diyorum.

Oyun mu oynuyorum tanrı aşkına,

Ne göründüğüm gibi olabiliyorum,

Ne de olduğum gibi görünebiliyorum.

Sahtekarlık içime işlemiş…

Bir martının kanadında göğe ulaşmaya çalışıyorum

 Hafif acılarımı serpiyorum bulutlara

Ama derin acılarım dilsiz.

 

Benim de korkularım var,

Bazen aşıyor olsa da boyumu

Ölüme inanmıyorum

Ölüm kişisel başarısızlıktır

İnancım bu günü yaşamaya.

 

Benim de korkularım var,

Bazen sarp yamaçları olsa da

Kadere inanmıyorum

Gidip görmek zorundayım tek başıma

Çizdiğim yol kendi yolum nasılsa.

 

Benim de korkularım var

Masallar dinlemek istemiyorum

Güzelliğim de çirkinliğim de bir biçimde

Kime nasıl görüneceğim kendi içimde

Bazen gülerim ağlanacak halime.

Kış yeni sona eriyor buralarda

Yerini ıslak bahar yağmurlarına bırakmış.

 Pencerelerim açık

Baharın son rüzgarları kaplasın istiyorum duvarlarımı

 

Bir dost eli arıyorum Galata’da,

Bir fısıltısı gelir mi adalardan,

Beyoğlu’nun arka sokaklarında izbe bir otelde

Boş bir oda bulabilir miyim?

 

Karaköy İskele’de iki bardak biraya hasretim

Biraz soluklanmaya,

Kalbimin takalar gibi atışını duymadığım bir güne uyanmaya hasret

Avucumdan dökülüyor birer birer, biriktirdiğim hayallerim

Prangalarım bileklerimi kanatıyor

Sanki çocuk yaştayım ve

Çıkmaz bir sokakta…


edebiyat
Atölye Kaya

© 2014-2024   www.atolyekaya.com     Ankara Kalesi, Pilavoğlu Han, Hanlar Sokak No:3 Koyunpazarı / ANKARA